Bir Uçurumun Ucunda, Han Kang – Edebiyat

Zeynep Kaplantaş yazdı…

Bir Nobel Edebiyat Ödülü’nün kazananı daha belli oldu. İsim açıklanır açıklanmaz da dillere pelesenk olan soru gündeme geldi: Ödüller neye göre dağıtılıyor? Bu soruyu kurumun içindeki başkanlar, ‘İnsanlığa en büyük faydayı sağlayan kişilere,’ şeklinde cevaplıyor. Nitekim 2024 yılının fizik dalındaki adaylardan sorumlu komite üyesi de benzer bir konuşma yaptı: “Uluslararası kardeşliği ilerletmek, daimi orduların kaldırılması veya azaltılması, barış kongrelerinin kurulması ve desteklenmesi için en fazlasını veya en iyisini yapan kişilere ödül veriyoruz.” Diğer alanları bir kenara bırakıp edebiyat alanındaki ödüllerin şimdiye kadar kimlere layık görüldüğünü birkaç örnekle açıklayalım. İngiliz sömürgeciliğinden yana tutumuyla tanınan romancı, şair ve öykü yazarı Rudyard Kipling, İngiliz mantıkçı ve düşünür Bertrand Russel (Batı Felsefesi Tarihi kitabıyla), otoriter sömürgeciliği savunan ve Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda vatandaşlarının idamına sessiz kalan romancı, oyun yazarı Albert Camus… Sayılarını artırabileceğimiz bu isimlerin bize söylediği komite başkanlarının söylediklerinden tamamıyla farklı ne yazık ki. İnsanlığa hizmet demek acaba neden lugatlarda bu kadar farklı anlamlara geliyor?

2024 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne Güney Koreli Han Kang layık görüldü. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi Nobel Komitesi Başkanı açıklamasında yazarın beden ve ruh, yaşayanlar ve ölüler arasındaki bağlantılar konusunda eşsiz bir farkındalığa sahip olduğunu, şiirsel ve deneysel tarzıyla düzyazıda bir yenilik yarattığını belirtti. Ödülün yazara eserlerinde insan hayatının kırılganlığını sergileyebildiği ve tarihsel travmalarla yüzleşebildiği için verildiğini duyurdu. Bu ifadelere yürekten inanmak istiyoruz ancak yorumlarına güvendiğimiz bazı kişilerin görüşü bu yönde değil. Yeditepe Üniversitesi tarafından fahri doktora ünvanı alan gazeteci, yazar Banu Avar sosyal medya hesabından paylaştığı bildirisinde, ‘Aile içi sapkın ilişkiler, şiddet. Daha kötü ne olabilir! Nobel bizi yine şaşırtmadı,’ şeklinde eleştiride bulundu. Yazımıza eklediğimiz bu görüş dışında meselenin iyi edebiyat olmadığını düşündüren başka kanıtlar da var. Ödülün niçin güdümü kabul etmeyen bir Kuzey Koreli yazara değil de, Amerika yanlısı bir Güney Koreli yazara verildiği gibi. Zihinlere bu iki ufak soruyu bırakıp Kang’ın hayat öyküsünden ve kitaplarından bahsetmeye geçelim.

Babası da saygın bir romancı olan (Han Seung – won) yazar 27 Kasım 1970’de Gwangju’da doğdu. Sanata düşkün ailenin desteğiyle müzik ve resimle ilgilendi. On yaşındayken Güney Kore’nin başkenti Seul’e taşındılar. Kang buradaki Yonsei Üniversitesi’nde Kore Dili ve Edebiyatı okudu. 1993 yılında beş şiirinin Edebiyat ve Toplum (Literature and Society) Dergisi’nde yayımlanmasıyla tercihini edebiyattan yana yaptı. Bir yıl sonra Kırmızı Çapa adlı öyküsü Seul Shinmun Bahar Edebiyat Yarışması’nda birincilik kazandı. Nobel’e giden yolun ilk durağıydı bu. Derleme niteliğindeki Yeosu’nun Aşkı isimli kitabıysa 1995 yılında basıldı. Kang 1998’de Amerika’daki Iowa Üniversitesi’nde üç ay süren bir uluslararası yazarlık eğitimine dahil oldu.

Sanata duyduğu sevgiden izler taşıyan Soğuk Elleriniz (Your Cold Hands) romanı 2002 yılında yayımlandı. Kitapta kadın bedeninin alçıdan kalıplarını yapmayı takıntı haline getirmiş bir heykeltıraş geride bıraktığı el yazmasını yeniden üretir. Çalışmasında insan anatomisiyle kişilik ve deneyim arasındaki oyun üzerinde durulurken bedenin neyi ortaya koyduğu, neyi gizlediği konusunda bir çatışma ortaya çıkar. Bu roman Türkçeye çevrilerek okura ulaşacağı günü bekliyor.

Kang, büyük yankı uyandıran eseri İnsan Kardeşler ile 2014 yılında Manhae Edebiyat ödülünü aldı.

Vejetaryen (The Vegeterian) romanı onu dünya çapında tanınır hale getirdi. Üç bölümden oluşan kitap 2015’te İngilizceye çevrildi ve 2016’da Uluslararası Man Booker Ödülü’nü kazandı. Başkahramanın gıda tüketimi normlarına uymayı reddetmesinin sıkıntılı sonuçlarını anlattığı eseri dilimize Göksel Türközü tercüme etti. Sert bulunan kitap için, “Derinize nüfuz edecek ürkütücü bir evrenselliğe sahip,” yorumu yapılıyor. Kadın karakterin yaşamının yıkıcı bir hal alması et yemeyi bırakmasıyla ilişkilendirilmekte, dünyayla bağının git gide kopması vejetaryenliği yeren bir bakışla anlatılmakta. Toplumun dışına çıkma, çoğunluk tarafından baskılanma temasının işlendiği alegorik roman kimi okurlar tarafından sinir bozucu bulunacaktır. Nitekim 2009’da Lim Woo-Seong’un yöneterek beyazperdeye uyarladığı film aile içi cinsel istismarı ve ensest ilişkiyi gözler önüne serdiği için eleştirilerin odağı olmuş.

Ülkesinin meselelerine kayıtsız kalmayan yazar 2014 yılında Çocuk Geliyor adıyla Türkçeleştirilen romanına Gwangju Ayaklanması’nı konu etti. Politik zemin olarak doğduğu şehir Gwangju’yu seçmesi, 1980’de Güney Kore askeri tarafından gerçekleştirilen katliamı ve dokuz gün süren olaylardan geriye binlerce yaralı, sayısı belirlenememiş yüzlerce ölünün kalmasını bütün dünyaya hatırlatmak arzusunun bir göstergesi olmalı. Amacının öğrenci ve işçi eylemlerini bastırmak olduğu söylenen bu sözde demokrasi hareketi romanı yedi kısımdan oluşuyor. Her biri farklı kişilerin bakış açılarından anlatılan, farklı yaralar almış insanların hikâyesi bir sonsözle birbirine bağlanıyor.

Kang, 2016 yılında diğer eserlerinden biçim ve içeriğiyle ayrılan Beyaz Kitap’ı yazdı. Kendisi için de farklı bir anlamı vardı bu kitabın. Bir davet üzerine gittiği Varşova’da, düzenli olarak yürüdüğü karlı sokaklardan, savaşın şehrin yapılarında bıraktığı izlerden, binalardaki çatlaklardan etkilenip, “Kaderi tıpkı bu şehrin kaderine benzeyen birini hayal ettim ve hikâyesini yazmak istedim. Anladım ki bu kişi ablamdan başkası olamazdı,” diyor. Böylece doğumundan iki saat sonra ölen ve anne babasının hatırlamaktan hiç vazgeçmediği ablasına, onun yerine kendisinin yaşadığını düşünmesinin verdiği suçlulukla, gönül borcunu ödüyor yazar. Arka kapaktaki yorumlara göz atmak bile bunun bir ağıt niteliği taşıdığını anlamak için yeterli: “Bazı şeylerle ilgili yazmaya karar verdiğim bahar, ilk yaptığım bir liste çıkarmak oldu. Her bir sözcüğü yazarken, tuhaftır, çok sarsıldım. Bu kitabı mutlaka tamamlamak istediğimi, yazım sürecinin bir şeyleri değiştireceğini hissettim. Yaraya sürülen merhem, üstüne sarılan beyaz sargı bezi gibi şeylerin gerekli olduğunu da. Zamana dair duyuların keskinleştiği anlar vardır. Böyle keskin zamanların kenarında, her saniye yenilenen şeffaf bir uçurumun ucunda ilerlemeye devam ederiz. Cesur olduğumuzdan değil, başka bir çıkar yolu olmadığından.” Han Kang, beyaz renkli nesnelerden ve beyazın çağrıştırdıklarından yola çıkarak kişisel bir anlatı oluşturuyor. Bu, ne bir roman ne bir öykü ne de bir anı. Sadece bir dua kitabı.

Kang’ın 2021 yılında yayımlanan son romanı Ayrılmıyoruz (We Do Not Part) yine coğrafyasının tarihinden kanlı bir katliamı, Jeju Ayaklanması’nı anlatıyor. 1948’de binlerce insanın komünist olmakla suçlanarak öldürüldüğü bu zulüm esnasında bir ailenin yaşadığı travmaları üç kadının gözünden izliyoruz. Romanlarında, bizi yarım asır önceki karanlık günlere çekerek sanki acısına ortak ediyor Kang. Belki de paylaştıkça yükünün azalacağını düşünüyor. Romanın Fransızca çevirisi 2023 yılında yeteneğinin gerektirdiği ölçüde ünlenmemiş yazarlara verilen Prix Médicis Étranger Ödülü’nü kazanmış.

Eserlerinde ataerkillik, şiddet, yas ve sanatçı olmaya dair temaları işleyen, Kore edebiyatının umudu Kang 2024’ün Aralık ayında kaoslarla ve darbelerle boğuşmuş ülkesine Nobel heykelciğini bir çoban armağanı olarak götürecek. Beyaz Kitap’ta bahsettiği gibi, “Kışlıklarını dolaptan çıkarıp giyen, erkeklerin ve kadınların gölgesinde bir şeylere katlanmayı öğrenen insanlara özgü dilsiz önseziler var,” ise gerçekten, yazarın asıl ödülü bu önsezileriyle kaleme aldığı kitapları. Ne de olsa Korece Han kelimesi hüzün veya kızgınlık gibi çeşitli duygular anlamına geliyor.

Not: Bu yazı, Ekim 2024 tarihinde Aya.org.tr sayfasında yayınlanmıştır.


Yazar: Misafir Köşesi
Yayın Tarihi: 21.04.2025 09:43 –
Güncelleme Tarihi: 21.04.2025 09:46

Başa dön tuşu
cg777